Öykü - Herkes Kendi Cehenneminde

 Anne ve babasının fotoğraftaki mutluluğuna imrendi. Bir bayram günü kucaklarında tombul çocukları yeni evlerinin önünde gururla poz vermişlerdi.

“Söz evimizi koruyacağım. Kimse burayı bizden alamayacak. Gözüm gibi bakıyorum buraya.” derken evin içine göz gezdirdi. Fotoğraftaki halı artık solmuştu ama aynı yerdeydi. Oymalı başlıklı koltuklar üstüne düşen loş ışıkla geçmişe götürüyordu. Zamanın bu evde durduğuna inandırmak istiyordu anne babasını ama kullanmaktan yıpranmış her şey aksini söylüyordu.

Fotoğrafın üstüne düşen külü görünce kendi kendine söylendi.

“Hay ben aklıma..”

Fotoğrafın üstüne yanıklardan bir yenisi daha eklenmişti. Eliyle özenle tozunu aldığı fotoğrafı çerçevesine tekrar koydu. Soluk yeşil duvarda iz yapmış yerine tekrar astı. Onlar gittiğinden beri onlarla konuşmak için o çerçeveyi indirir. Fotoğrafa bakar anlatır ve geri yerine asardı. Zilin çalmasıyla geçmişe olan yolculuğuna ara verdi.

“Kapıyı aç artık.”

“Sevo!”

“Geldim geldim patladınız.”

“Kızım iki saattir zile basıyoruz.”

“Şu inşaatın gürültüsünden başka bir şey duyulmuyor. Geçin hadi içeri.”

Sigarasının kalan izmaritini sokağın karşısındaki inşaata fırlattı.

“O betonlar mezarınıza dolsun inşallah.”

Kapıya doğru yöneldiğinde onu duyan Emre seslendi.

“Vazgeç artık kızdırma şunları bir gün evine dökecekler o betonları.”

“Canım burnumda. Zar zar sabahtan akşama kadar iş makinası dinliyorum.”

Kapıdan girdiklerinde nereye oturacaklarını bilemediler. Seval koltuklara serili çamaşırları toplayıp yatak odasına götürdü. Ali nemli koltuklardan küçüğüne kendini bıraktı. Süngerleri yumuşamış koltuğun kendisini içine çekmesine izin verdi. Emre masanın üstündeki haritaları inceliyordu. Diğer yandan içeri seslendi.

Seval üstüne geçirdiği tişörtü çekiştirerek kırışıklığını açmaya çalışıyordu. İkisini de suskun görünce bir gariplik olduğunu fark etti.

“Hayırdır, neyiniz var?”

Emre zor bir işe girercesine hırkasının kollarını yukarı sıvayıp ellerini birleştirdi.

“Konuşmamız gereken bir konu var.”

“Konuşun bakalım.”

Ali gözlerini Seval’den kaçırarak orta sehpadaki sigaradan bir dal alıp yaktı. Seval paketi alıp cebine tıkıştırdı.

“Otlanma otlanma.”

Ali içine çektiği dumanı gözünü diktiği yerden kaldırmadan üfledi.

“Siz şu işi anlatın bakalım.”

Emre her ciddi iş anlattığındaki gibi koltuğun ucuna gelip öne eğildi.

“Karşı yoldaki AVM bitince bizim tarafa geçeceklermiş. Burası komple rezidans olup AVM ile birleşecekmiş işte.”

Ali anlatımın uzayacağından sıkılmış olacak ki söze daldı.

“Biz evlerin tapularını vereceğiz onlar da yapılan yerden bize daire verecek.”

Seval elleriyle dalga alkışını tutarak bir Ali’ye bir Emre’ye baktı.

“Siz de buna inadınız ha? Size kalır mı burası? Ben size olacakları söyleyeyim belki o kıt kafanıza girer.”

“Ne yapacağız bir söylesene. Hadi biz kıtız, evdeki çocuklar ne yiyecek? Onu da söyle sonra siktir olup gidelim.”

“Ali! Ya evin kalmayacak evin, kardeşlerini alıp nereye gideceksin? Her gittiğimiz yerde çöp gibi bakacaklar.”

Emre ağzının içinden konuşarak araya girdi.

“Hakları var zaten. Çoğunluğu sağladılar.”

“Ne demek sağladılar? Yoksa siz tapuları mı verdiniz?” Seval içinde yükselen öfke dalgasıyla ayağa kalkıp dolanmaya başladı. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Ayağına takılan orta sehpaya bir tekme de o attı.

“Demek mahalleyi sattınız, çocukluğunuzu sattınız, öylece geçmişinizi sattınız. Size güvenip yola çıkanda hata.”

Ali de artık ipleri koparmıştı.

“Çaremiz mi var, söylesene kime anasından babasından hayır kaldı? Bize kala kala bu sefalet mahalle kaldı.”

 “Ana babayı karıştırma. Ben gidemem, onları bırakıp gidemem.”

“Öldü onlar artık kabul et. Bu ev, bu yoksulluk onların da sebebi oldu.”

“Sizinle bu mahalle için gösterilere başlamadık mı? Eylem yapıyoruz diye takışmadığımız polis, düşmediğimiz karakol kalmadı. Her şey bu mahalle bizim diye yapmadık mı?”

“Anla artık Sevo. Hani sen diyorsun ya mahallemiz diye, mezar kızım burası. Gençliğimizi yedi bitirdi. Bize hiçbir bok kalmadı. Sen de bunu o kalın kafana sok.”

“Çıkın bu evden, gidin o yeni evinizde yaşayın. Gerekirse yıkın burayı üstüme. Ne bir yere giderim ne de sizle gelirim.”

İkiliyi yakasından tuttuğu gibi kapıya doğru çekiştirdi. Zayıf görüntüsüne aldanıp da ona direnseler daha çok dayak yiyeceklerini bildiklerinden seslerini çıkarmadılar. Seval titreyen elleriyle bir sigara daha yaktı. Bahçenin ortasındaki sandalyeye oturdu gözlerini artık bahçe duvarından da görünen inşaata dikti. Büyüdükçe büyüyen doymayan onu yutmak isteyen, buradan ayırmak isteyen bir canavar gibi yükseliyordu işte. Onun karşısında bir kuru inadıyla, inandıklarıyla kalakalmıştı.

Çıplak ayaklarında gezinen karıncayı bir fiskeyle uzaklaştırdı. Gördüğünün gerçek olduğundan emin olmak için gözlerini bir kez daha açıp kapadı. Ayaklarına batan otlara aldırmadan bahçe kapısını açtı. Söndürmeyi unuttuğu izmarit elini yakınca gerçeklerden emin oldu.

“Yok artık!”

Apaçık gökyüzünden gözünü ayırmadan bahçe kapısı açtı ve bağırdı.

“Ali, Emre!”

Sokakta oynayan çocuklar oyunlarını kesip ona baktılar. Mahalle eski mahalleydi işte. Karşıda Deli Behçet’in her yıl başka kat çıktığı apartman duruyordu. Yamalı asfaltta çocuklar bisikletini zıplatıyordu. Çıplak ayaklarını umursamadan bahçeden sokağa adımını attı. Marketin önünde plastik toplar filenin içinde rüzgarla sallanıyordu. Önünden geçerken camı silen çırak işini bırakıp iri gözlerini dikti.

“Ne var ne, işine bak!”

Azarlanan çocuk fıs fısı sıkıp işine devam etti. Seval’in gözlerini rüzgârın hoyratça dövdüğü çarşaf aldı. Anında uzanan küçük kollar çarşafı topladı. Gözlerini ayırmadan onu süzüyordu.

“Annen nerede?”

Soruyu duyunca küçük kafa kayboldu. Beklemenin bir faydası olmadı aksine güneş yaktıkça yakıyordu. Kısa saçlarını ensesinden çekiştirerek su alacak bir yer aradı. Çizgili eşofmanının cebinde bozukluk bulamadı. Giriş kat eve yaklaşıp camını tıkladı. Kıpırdayan perde açılınca güven testini geçtiğini anladı. Çocuğun yediği yemek neyse ağzının kenarı kirli duruyordu.

“Bir su getirsene bana.”

Çocuktan cevap gelmemişti.

“Sıcaktan yandım. Ver işte.”

Gelen suyu içtiğinde sakinleşti. Bardağın dibinde kalanı kafasından aşağı döktü. Bardağı uzatırken dayanamadı.

“Herkes nerede?”

Küçük çocuk bardağı tutarak parmağıyla caddeyi işaret etti.

“Zahmet oldu, Allah’a emanet.”

Topuklarının altında asfaltın sertliğini hissettikçe gördüklerine inanıyordu. Caddeye çıktığında belki de yüzlerce çocuğun başıboş takıldığını gördü. Cadde boyu sıralı ağaçlar yol genişlesin diye kesilmemişti. Yol üstünden geçen tek araba yoktu. Kimi yerlerde yuvarlanıyor, kimi bir kedinin peşine takılmış koşuyordu. Dondurmacının önünden kafası kadar dondurma dolu külahla çıkan çocuğu gördü. Peşinden sürüdüğü vagona oyuncaklarını taşıyordu.

“Hay bin lanet! Ortama gel.”

Dondurmacıya girince satıcıyı gözleri aradı. Önünden onu ittiren çocuk külahına istediği dondurmayı koyarken artık çileden çıktı.

“N’oluyor burada? Allah aşkına biriniz bir laf etsin.”

Kolunda sarstığı çocuk kulağına yaklaştı.

“İsyan başladı. Anneler ve babalar gitti.”

“Ne isyanı ne diyorsun?”

“Bizi düşünmeden kavga ettiler.”

“Ee sonra, bunca çocuk ne yaptınız buraya?”

“Öylece yaşadık.”

Ellerinden kurtulan çocuk son soruyu duymadı bile.

“Büyükler nerede peki?” Sonra geldiği dünyayı hatırladı. Çocukların isimlerinin bile okunmadığı dünyayı. Kendi kendine cevapladı.

“Nerede olacak cehennemin dibindeler.”

Sokaktan park edilmiş bisikletleri gördü. Etrafta sahiplenen biri var mı diye bakınca kimseyi göremedi.  Sokağına doğru pedal bastı. Gerisin geriye evine girdi. Bahçe kapısını kapattı. Evin içine girdi. Her şey yerli yerindeydi bir şey hariç. Duvarda ne fotoğraf vardı ne de çerçevenin izi. Burası onun evi olamazdı. Annesi babası olmadan olmazdı. Kapıyı çekip kendini bahçeye attı. Cebindeki paketi yoklayıp kalan son sigarasını yaktı. Sandalyesine oturdu. Ayağında hissettiği karıncaya bu sefer parmağını uzattı. Uçsuz bucaksız maviye fırlattı.

“Cehennemin dibine.”

Badanası dökülmüş duvara izmariti sürterken bahçenin gerisinden yükselen bina gözüne takıldı. İçeri girdiğinde endişeyle duvara baktı. Fotoğraftaki tombul bebekle göz göze gelince rahatladı.


Yorumlar

Popüler Yayınlar