ARANAN ŞİFA


“Suuuuus, sus artık, sus kes sesini!”

 

Bu bir yardım çığlığıydı. Sesini duyurmak, karşısındakine hatasını bir kez daha anlatmak, kendini yırtarak da olsa. Uzun süredir susuyordu. Aklından bile geçmeyen kelimeler birbirini bulmuştu. Unuttuğu, bitirdiği, üzüldüğü, gününü bekleyen hesaplar yine hesapsızca iki dudağın arasından dökülmüştü. Kendinden korktu.

Cinnet noktası bu muydu? Ellerinin titremesine engel olamıyordu. Kafasındaki sinirlerin yanışını hissediyordu. Bu sinir için uzun bir yol yürümüştü. İçinde olan içinde kalsın diye uzun dönem susuşlar ve dağınık teferruatlar üretmişti. Korkusu kalmamıştı, kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Ne saygı, ne kalp kırıklığı…

İnsan insanla böyle karşı karşıya gelmeyi seçmiyordu. İnsan bazen tam olarak bu sahneye doğuyordu. Kendini idare etmeye çalışırken etrafındakilerin varlık sebebini ve samimiyetini öğrendikçe kırılıyordu. İnsan ideal olanla gerçeğin arasındaki uçurumda kendine tutunacak dal arıyordu. Doğrusu ve yanlışı neye göreydi? İnsanlardan kopamadan, insanlara dayanmadan, insanlardan sevgi umarak, insanlardan kaçarak nereye varmaya çalışıyordu?

İki büklüm yatağının üzerine çöktü. Gözyaşları korkarak akıyordu. İçini dökecek yaşları önce çözdürmesi gerekiyordu. Hayatında iyi hissettiği kısım gelmeyecekti bu halini kabul edip devam ettikçe taşlar yerine oturacaktı. Tek bir şartla: bu taşlar önce gökten yağacaktı. İçinde taşıdığı şehrin iyileşmesine sadece onun gücü yetmiyordu. Gözlerini kapadı, bugün de uyuyarak bitecekti. Şehrin ışıkları güneşe bağlı değildi. Geceyi beklerken uyuyakaldı. Şifa uykuda başlardı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar