Bordo, Firuze, Sorular
İçimde biri sürekli konuşuyor. Sürekli. Ben uyurken bile
rüyalarıma girip konuştuklarını sahnelediğini düşünüyorum. Gördüklerim,
duyduklarımın ağırlığıyla bir iskemle de çöküp kalıyorum. Banliyö bir evde,
güneşin hiç çıkmadığı bulutlu bir havada duyduklarımı kaldıramıyorum. İçimi
dolduran tepeleri aşmaya yürümek yetmiyor. Tırnaklarımı o tepelere saplamak ve
onları yok etmek istiyorum. Elimden kağıt sıyrılıp düşüyor. Titreyen ellerimle
bir bardak su dolduruyorum.
Daha 17 yaşında bir kızken babamın gidişini hatırlıyorum. Sonra
sefil abilerim. Benim yanımda olsa da beni göremeyen annemi yıllarca idare
edişim, yoksulluğumuz bir bir gözümün önünden geçiyor. Hepsinden kaçmıştım. Yıllarca
bir hiç gibi yaşarken farkıma varmayan o kayıp insanların ailem olduğunu kabul
etmiyordum. Sanki ne kadar uzağa gitsem o kadar unutacaktım. Ben de bu yabancı
ülkeye kaybolmaya gelmiştim. Dünya da beni tek sevmeyen ailem sanmışım. İnsan saymayan,
küçümseyen patronların, üç kuruş için yalan gülümsemelerin üzüldüğün için
ağlamaktan daha kötü olduğunu öğreniyordum. Hatta bir olay yetmiyordu. Tekrarla
ısrarla devam ediyordu. Aynı sahnelerin aynı senaryoların bir parçasıydım.
Zayıftım ve yalnızdım. Sevmeyi ve anlatmayı öğrenmemiş bir
çocuktum. Kimse beni bağrında pışpışlamamıştı. Anlatmak istiyordum. Kaybetsem de
sevinsem de, anılarım arasında güzelini seçip süslemek istiyordum. Anneme bir
demet maydanoz götürdüm bile demek istiyordum. Onun hasta, solgun yüzünden
başka bir şey aklıma gelmiyordu. Anlatamadıklarım yaşayamadıklarım mıydı, sevgiyi
tatmamak mıydı? Ben sevgiyi bilmiyordum peki nefreti öğrenmiş miydim? Korkusuzca
ağlatabilir miydim içimde aşamadığım tepeleri? Hırçın bir kadın öfkesiyle
canıma kast edenleri ağlatabilir miydim? Bu içimi soğutacak intikamı bana kim
öğretirdi ki? Oysa ben anlatamadıklarımla yas tutmayı yeğlemiştim. İşte kahretsin
ki zayıflık ve yalnızlık! Ne kötüydüm ne iyi. İkisini de arafta bırakmış
biriydim. Sadece biri.
Anlatamadıklarıma sarılıp ne yapabilirdim? Hangi kelime nefesse
onu aramaya devam etmek zorundaydım. Ağlatamadıklarımın peşinden çağıran intikamı
soğutmalıydım. Yaşayarak ve anlatarak devam etmeliyim.
Elimdeki kağıt yere düştü. Ah Firuze kızım. Ellerim bordo
renkli pelerin kollu buluzde kayboldu. Bir
hıçkırık içime saplandı. Annemin öldüğünü yazan kağıt nasıl söylenir, anlatamadım.
Ağladım.

Yorumlar
Yorum Gönder