VE BİZ KUŞ OLUP GİDERİZ
Dönüp durmak çok eğlenceli. Kollarımı açarak dünyanın en
yüksek dağının tepesinde dönüyorum. Bulutları kucaklayıp ceplerime doldurmak
istiyorum. Soğuk rüzgar insanın ensesinden girip onu yaşadığına ikna eder. Şu an
yaşadığıma iknaayım.
Bir yerden gelmişliğimin yorgunluğu var evet ama nereden
geldiğimi hatırlamıyorum. İçimde bir bulanıklık var. Seller en çok ırmakları
mutlu eder sanırım. Herkesin boyun eğdiği, kaçtığı, güçlü felaket sonuçta. Her şeyi
dünyaya dair her şeyi sürükleyen sellerde kapılıp giden tüm fanilere suyun
rengini sormak istiyorum.
“Ey faniler suyun rengi ne?”
Bana, kurtar bizi bakışlarıyla sadece ellerini uzatacaklar. Ben
de onları çekip çıkarırken sadece cevabı düşüneceğim. İnsanlar bana aradığımı
vermeyecekler. İnsanlar beni duymayacaklar. Suya yuvarlanırsam bundan huzur
duyar mıydım, hayır. Ama suyun rengini sorsalar onlara söylerdim.
Şu dağın başında yalnız kalmaya gelmiştim. En yüksek dağ
değil burası. Görünen en yüksek yer. Gördüklerimin en yükseği. Dünyaya dair
enleri kim umursar. Yalnız gelmemişim. Her gün hakkında düşünmediğimi sandığım
her detayla buraya gelmişim. Ben hatırlamasam da bir şeyler rahatsız ediyor. Bu
dağa yüklerle tırmanmışım. Onları bırakıp yoluma devam edemem. Onlar yok çünkü.
Hepsi ben ben ben olmuş. İşi biten kimse, neyse altı çizili kitapları anı
raflarıma dizmeliyim. Bazısı yakılmalı. Onları ruhuma en hafif gelecek şekilde
saklamalıyım.
Omuzlarım ruhumdan
bıktı. Halbuki bir gün kuş gibi gelmeliydim. Ayakkabıları sallamalıydım bir yerlere,
bir daha bulabileceğim yere tabii. Çünkü şehre çıplak ayaklarla geri dönülmez. Şehir
insan etine batabilir bir maddedir. Kuş olsaydım öyle mi olurdu? Kuş şehrin
hakimidir. Onun ayakkabılarını bulabileceği yere bırakması da gerekmez, camii de
poşetlemez de. O kubbeleri tavaf eder minarelerin gözlerinden öper. Pisler de
ve yine de kimse onları suçlayamaz.
Bir sürü kalabalık varken yola çıkmak bir nevi kuşlara
özenmek değil midir? Sele yolda yakalansan sadece hayati şeylerin gider. Ev de
bıraktığın ne varsa sağlam kalır. Tabii bodrum kat ve dere yatağına konulmuş
kutucuk değilse. Yol insanı kalabalıklardan, boşa harcanan uzun zamanlardan alıkoyuyor.
Ne garip değil mi? Ahirete giden yoldayız. Hiç olmadığımız kadar kalabalık ve
fani. O kadar meftunuz ki fır fır dönüyoruz ateşin etrafında. Bu öldüğümüzde
anlamı olmayacak şeylere bu derece sarmak neyin makarası bilmiyorum. Kendimi nereden
tutup da çekmeliyim bilmiyorum. Halbuki
“Dönüş yalnız O’nadır.
(Nur,42)”
Dönmek durmak fıtratta var yani. O
zaman dönelim. Yolumuza dönelim. O zaman belki kuş olup gideriz asıl memleketimize. Vesselam.
Daktilo
07.09.17

Yorumlar
Yorum Gönder