SIRADAN GÜN


 “Kaçıyorum. Kaslarımdaki son gücümle kaçıyorum. Nefes nefese kaldıkça durmak istiyorum ama arkamdaki yangından kurtulmamın başka çaresi yok. Yalın ayak çamurlara bata çıka. O an en çok bir su gelse ve boğulsam diyorum. Böyle yanmak mı havasızlık mı? Kötüler arasında seçim yapmak zorundayım. Su gelmiyor ve beni alevler içine alıp mahvediyor.”

“Dram dram dram Zülal, kocaman dramsın.” Zülal menemene sıcak ekmeği banarken Esra’ya baktı.

“Ne var be, rüyam masal gibiydi. Tüm gün ne kadar muhteşem olduğunu düşünüp mutlu olacağım.”

“Menemeni bitirme bana da bırak.” diye umutsuzca baktı Esra.

“Sen çay doldur canım bakarız.” deyip siyah zeytini önüne çekti. Zülal için zeytinsiz sofra, sofra olmazdı. Etrafa bakarak “Bugün ablamlar Melih’i bana bırakacaklar. Sen ne yapacaksın?”

“Kütüphaneye gideceğim geç dönerim. Sana kolay gelsin süper teyze.” dedi Esra. Zülal biraz düşük yüzünü duvara yaslayarak “Rüyalarımdaki gibi heyecan istiyorum. Melih de çok güzel ama ne bileyim bizim burada niye hiç yangın çıkmıyor Esra?”

“Hani ağzına şuradan bir tane vuracağım. Yine uçtun sen. Söz zengin olup seni ateşlere atacağım. Hadi ben çıkacağım beş dakikaya. Çekil şu mutfaktan ortalığı toplayım.”

Zülal tulumunun kapüşonlusunu kafasına geçirip ellerini ceplerine soktu. Kedili pijamasını çok severdi. Terliklerinin halıya sürtünce çıkan sesi ona garip bir mutluluk verirdi. Evde olmak da onu çok mutlu ederdi dere tepe demeden gezmekte.

“Zülal mamasını bezini her şeyini koydum. Unutma suyun sıcaklığı bileğini yakmayacak. Uykudan kalkınca yoğurdu var. Onu da soğuk verme.”

Zülal ablasının dediklerini tekini bile duymadan tamam dedi. Melih’i kucağına alıp gözlerine bakınca sadece ona bakıyordu.

“Hadi git abla ya hayalimdeki çocuğa sahipsin zaten. Her şeyi biliyorum için rahat olsun.”
Melih 6 aylık az saçlı tombul yanaklı, iki dişi çıkmış sıradan sevimli bir bebekti. Zülal için dünyanın en güzel şeyiydi ama bebekti en nihayetinde. Bir kez görüp bir daha görmesen unutur giderdin. zülal kucağında gülücükler atan aşırı sevimli, salyalı Melih’ini alıp uzun camın önüne çöktü. Perdeyi kenara ittirerek sokaktaki her şeyi Melih’e anlatmaya başladı.

“Bak bak Melih bu düt düüüt falan değil. Sen zeki olacaksın bu bir araba. Bak bu da araba. Şurada dede var. Sakallı olan hani, o dede :D. Bak sonra bu manav üzüm satar. Tabi sen daha ancak annen ne verse onu yiyorsun. Ah saçımı çekme. Sen keltoş sayılırsın. Dalin kokan kocaman bir patates kafasın sen. Seninle gezmeye gidelim mi? Annen sana temiz havayı aldırmıyor. Seni biraz büyü kaçırıp çimenlere salacağım. Tabi sonra ikimizi de kovalarla banyoya dek. Banyo senin Dalinlendiğin yer. Orada hiçbir zaman o civcivler çıkmayacak. Reklamlar yalan söyler çünkü.”

Zülal kendi kendine konuşuyordu. Melih de onu anlıyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Zülal bebek arabasını sürerken “Mükemmel bir teyzeyim Allah’ım ya. Beni harika yaratmışsın.”

“Zülal Teyzeeee!”

Zülal duyduğu sesle yerinden sıçradı. “Melih teyzem sen çok zekisin ama konuşamazsın yani.”

Önüne zıplayan Ceyhun’la gözlerini devirdi. “Selam teyze. Çocuğu hasta etmeye mi çıkardın bu havada.”
“Çocuk asıl havasızlıktan hasta olur sen ne yapıyorsun insan gibi gel ya. Korkuttun beni.”

Ceyhun Melih’in bebek arabasındaki fili alarak “Görünce selam vereyim dedim borçlu çıktım. Hem teyzesin yalan mı?”

“İyi neyse görüşürüz. Biz eve döneceğiz. Uykusu geldi Melih’in”

Ceyhun sesini alçaltarak “Bomba haberlerim var. Bize iş buldum ve çok heyecanlı. Gidelim mi?”

“Çocukla nereye gidebilirim Ceyhun?” Zülal gözlerinden ateş saçarak Ceyhun’a bakıyordu. Ceyhun iyiydi hoştu ama deliydi işte. Ne lazım olsa bulurdu. Her yerde bir tanıdığı mutlaka vardı. Zülal de iş aradığı için ona söylemişti.

“Günahsız bir sabinin sırtından para kazanmak istemezdim ama ne yapacaksın hayat şartları.”

Zülal bebek arabasının güneşliğini kapatarak “Saçmalama da işi söyle.”

“Sadece gideceğiz, düğüne kalabalık yapacağız. Halay falan çekip döneceğiz. Kafa başına 100 lira. Hem de yemek var. Düğün elit bir yerde. Salon falan çok güzel. Hadi be Zülal. Gidip eğlenelim az. Sadece 2 saatlik. ”

“Köyüne dön Ceyhun. Delirdin mi sen ne düğünü ne halayı?”

“İhtiyacım var bana bir iyilik yap. O düğüne bir çocuk ve kızla gitmeliyim.”

“Hemen neler karıştırıyorsun dökül.”

“Son çalıştığım yerde insanlara evliyim dedim ve bu düğün patronun. Gitmem lazım. N’olur Zülal, bu işte saçma şeyler çok önemli. Böyle yerler falan. Bu işe ihtiyacım var. Annem hastaneden çıkana kadar.”

Zülal üstündeki siyah elbiseye bakarak gözünün önüne düşen dalgalı saçını geri attı. “Ceyhun seni çiğ çiğ yiyeceğim. Sen adamı uyuz edip hasta edersin.”

Ceyhun Melih’i pışpışlayarak “Ama çok eğlendik haksız mıyım? Gazeteciler bile bizimle takıldı ve yemekler efsaneydi. Gelinle damat Melih’e bayıldı. Tabi onu Limuzinle götürmek istemeleri abartıydı.”

“Ceyhun adamlara röportaj verdin. Sakın konuşma. Abartı olmayan tek bir şey yoktu. Paramı ver ve bir daha beni saçma şeylerden mümkünse uzak tut.” dedi bir hışım. Eve gelince Melih’i alıp koşarak evine girdi. Kedili pijamalarını giyerek Melih’i uyuttu. Ablasını hayal meyal hatırlıyordu. Gelip çocouğu almıştı. Ertesi sabah çalan telefonla yüzünü buruşturdu. Açıp kulağına koydu.

“Efendim. Abla. Düğün mü? Televizyona mı çıkmışız, abla o ben olamam. Kocam mı? Melih de mi var? Ceyhuuuun bittin sen bittin.

Yorumlar

Popüler Yayınlar